En Yeni İçerikler

TÜRKİYE’NİN CDS PRİMİ NEDEN YÜKSELİŞE GEÇTİ?

CDS (Credit Default Swap) ya da diğer adıyla kredi risk primi, bir ülkenin borçlarını geri ödeyememe riskine karşı bir sigorta maliyetidir. Peki ne oluyor da bir ülke borçlarını geri ödeyememe ve o borcun alacaklısı da alacağına ulaşamama riskiyle karşı karşıya kalıyor?

Öncelikle merkez bankası rezervlerinde erime, vadesi kısalan dış borç, yüksek cari açık, enflasyon, kur oynaklıkları, siyasi ve ekonomik belirsizlikler, makroekonomik göstergelerdeki bozukluklar, o ülkenin CDS’sini yükselten temel faktörler.

CDS, 2018 yılı ikinci çeyrekten sonra kulağımıza daha çok çalınmaya başlandı. CDS’nin 500’ü aştığı o dönemde yaşanan kur sıçramaları sonrasında dış borç yükümlülüklerimiz döviz cinsinden artmaya başladığı için gözler Türkiye’ye çevrildi. Ardından pandemi döneminde 600 ve küresel risk iştahının düşmeye başladığı 2022 Temmuz sonunda CDS 900’ü geçti.

Mayısın 26’sı itibariyle CDS 697 bp. Seçimin ilk turu yani 15 gün öncesinde 505 bp idi. Seçim hem ümidi hem de belirsizliği beraberinde getiriyor. Bu belirsizlik sadece seçim sonuçları ile ilgili değil, aynı zamanda kim kazanırsa kazansın ekonomi politikalarının yönü açısından da geçerli.

Türkiye’ye S&P ve Fitch tarafından verilen kredi notu B negatif. Bu not, yatırım yapılabilir ülkenin 5, 6 derece altında. Ayrıca bugünkü şu ekonomik görünüm de CDS’nin yükselişini açıklar nitelikte: Devam edegelen gevşek para politikasına rağmen makroihtiyati önlemlerle daralan kredi hacmi, dolarizasyon, rekor cari açık, yüksek enflasyon, swap hariç -60,3 milyar $ olan MB rezervleri, -150 milyon $’lık net uluslararası rezerv, bir yılda %35 artan kısa vadeli dış borç stoku ve seçim ekonomisinin bozduğu mali disiplin…

Uzun zamandır artan finansman ihtiyacı ve CDS’nin yükselişi net uluslararası yatırım pozisyonuna da olumsuz yansıyor. Türkiye, para birimi itibariyle rezerv paraya sahip olmadığı için, dış yükümlülüklerini yerine getirmede bu finansman güçlüğünü sıklıkla yaşıyor. Döviz varlıklarının hacmi ölçüsünde dış yükümlülüklerini yerine getirebileceğinden döviz kurunun, faizin doğru fiyatlamasını yapmak durumunda. Aksi halde bu paradoksal durumdan çıkış zor.

TCMB’DEN DARALTICI POLİTİKALARIN AYAK SESLERİ

Dolar/TL kurunun baskılanması süreci 2022 son çeyrekten bu yana devam ediyor. 3 Ekim 2022’de 18,53 olan Dolar/TL, 3 Aralık 2022’de 18,63’e, 3 Şubat 2023’te ise 18,83’e sınırlı düzeyde hareket etti. Yaklaşık 6 ay süren bu yatay hareket ve baskılama sürecinde Dolar/TL seçime 2 ay kala kısmen hareket etmeye başladı. Son 15 gündür ise TCMB kuru ile serbest piyasa kuru arasındaki fark yüzde 5’e yaklaştı.

Özetle Dolar/TL kurundaki baskı kalkarsa kurun yukarı gitmesi mümkün. Oysaki 2021 yılı son çeyrekte “rekabetçi kur” söylemi ile ihracatın artırılması hedeflenmişti. Ancak şu anda ihracatçılar da durumlarından memnun değil ve ayrıca bu firmaların borsadaki değerleri de düşüyor.

Bugün geldiğimiz noktada TCMB’nin bir yılı aşkın süredir devam ettirdiği Liralaşma stratejisinin sonucunda dövize olan talep hâlâ yüksek. Döviz kurundaki sıçramayı önleyici bir enstrüman olarak 2022 başında uygulanmaya başlanan KKM ise toplam mevduatın beşte birini oluşturuyor. Bu oran da dolarizasyonun düzeyini gösteriyor. Döviz talebini karşılayacak yabancı yatırımcı gelmiyor ve haliyle döviz sıkıntısı doruk noktaya ulaşıyor.

Seçim öncesindeki haftada Merkez Bankası rezervleri yaklaşık 9 milyar dolar düştü. Seçimin ilk turda bitmemesi belirsizliği daha da artırdı. İçerideki döviz talebinin önünün kesilmesi makroihtiyati önlemlerle zor olsa da, TCMB seçimin ilk turunun hemen ardından 16 ve 17 Mayıs tarihlerinde bankaların menkul kıymet tesisine yönelik iki düzenleme hayata geçirdi;

  • Belli bir limitin üzerindeki kredi kartlarından yapılan nakit çekim ve kuyum harcamaları, kredi türüne yüzde 30 oranında menkul kıymet tesisine tabi olacak. 

Bilindiği gibi kredi kartına uygulanan faiz, TCMB’nin politika faizine göre belirleniyor. Oysa tüketici kredilerinin faizlerini bankalar kendisi belirliyor.

Tüketici kredisindeki yüksek faiz oranı yerine kredi kartından nakit avans çekilmesi bankalar açısından kâr azalışı olarak nitelendiriliyor. Ancak sade vatandaşın nakit ihtiyacını karşılayan bir kaynaktan mahrum kalması, diğer kredi kartı ya da kredi borç taksitlerinde gecikmeye, sistemin tıkanmasına neden olabilir. Aslında bu düzenlemenin en önemli gerekçesi; TL’den kaçışın hızlanmış olması ve döviz ile altına olan talebin artması. Yukarıda döviz sıkıntısından bahsettim. Altın ithalatı İSE son aylarda 2018 yılının Şubat, Mart ayları kadar hacimli. Şubat ayı altın ithalatı 57 tona ulaştı. Dolayısıyla altın için de başka sorunlar var ve altın ticaretiyle uğraşanlar bu düzenlemenin kârlılıklarını etkileyeceğini ifade ediyorlar.

  • 26 Mayıs-28 Temmuz tarihleri arasında gerçek kişi döviz hesabından TL’ye yüzde 10’luk dönüşüm hedefini yakalayamayan bankalar, eksik kalan kısım kadar menkul kıymet tesisine tabi olacak.

Gerçek kişi hesaplarında 26 Mayıs-28 Temmuz 2023 tarihleri arasında yüzde 10 TL dönüşümünü sağlayamayan bankalar, eksik kalan kısım için menkul kıymeti 6 ay süreyle tesis edecek. 28 Temmuz sonrası için dövizden TL’ye ek dönüşüm oranı eşiği yüzde 30’a yükselecek. Orana ulaşamayan banka, bu tarihten sonra ek yüzde 10 menkul kıymet blokesi yapacak.

Bankaların bu menkul kıymet tesisine tabi olmaması için özellikle vadesi dolan KKM hesaplarının dövize dönmelerini önlemesi, yeniden TL’de kalmalarını sağlaması gerekiyor. Bu durumda KKM’ye verilen faizin daha yükseğini teklif etmeleri mümkün.

Konuya menkul kıymet tesisi açısından bakacak olursak; bu uygulamalar ile bankalar, Hazinenin iç borçlanma senetlerini alarak Hazinenin iç borçlanmasına yoğun bir şekilde kaynaklık etmeye devam edecekler. Zaten bankalar “Piyasa Yapıcılığı sistemi” ile elde ettikleri haklar ve üstlendikleri yükümlülükler çerçevesinde düzenli olarak DİBS alıyorlar.

Ancak son iki yılda iç borç stokunda yüzde 100’lük artış yaşanırken özellikle kamu bankalarının senet sahipliğinde dikkat çekici bir artış ortaya çıktı. Kamu bankalarının iç borç alacaklısı olarak bankacılık kesimindeki payı yaklaşık yüzde 60’a ulaştı. Özel bankalarca genellikle tercih edilmeyen düşük faizli ve uzun vadeli ihraç edilen DİBS’ler kamu bankalarınca alınıyor. Kamu bankalarının görev zararları nasıl olsa bütçeden vergilerimizle finanse ediliyor.

TCMB’nin menkul kıymet tesisine yönelik bu iki düzenlemesi piyasa aktörlerini hareketsiz bırakacak tarzda ve düşük politika faizine rağmen daraltıcı etki yapıyor.

Ekonomi ani duruşa (sudden stop) hiç olmadığı kadar yakın. 


Not: T24’teki ikinci yazımın yayınladığı gün, 19 Mayıs. Çok anlamlı bir gün. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’nın tüm kahramanlarını, şehit ve gazilerimizi saygı ve gönül borcuyla anıyorum. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mız kutlu olsun.

SEÇİM EKONOMİSİNİN BÜTÇEYE YANSIMALARI

Seçimler, kamu harcamalarını dönemsel olarak arttıran nedenlerden biridir. Seçim dönemlerinde hem siyasi partilere bütçeden yapılan transferler hem de yeniden seçilmek isteyen siyasi iktidarca “popülist politikalar” ile kamu harcaması düzeyi artar. Bütçeyi uygulama yetkisi siyasi iktidarda olduğu için de seçime oy kaygısı ile giderken bütçe bir “araç” haline gelir.

2022 yılı sonlarından itibaren siyasi iktidarın en önemli oy potansiyeli olan medyan seçmeni memnun edecek politikaları hayata geçirdiklerine şahit olduk. Vergi afları, EYT, memur, emekli, kamu işçisi maaşlarında artışlar, depremler olmasaydı İmar affı vb. seçimin bütçeye yansıması örneklerinden.  

Aslında mevcut iktidar 2011 seçiminde yüzde 49,8 oy aldı. Haziran 2015 seçiminde oy oranı yüzde 40,8’e indi ve hükümetin kurulması Kasım 2015 seçimlerinde gerçekleşti. Bu iki seçim arasında siyasi ve sosyal karışıklıklar yaşandı ve o seçimde AKP oy oranını yeniden yüzde 49,5’e çıkardı.

2018 seçimlerinde seçim politikasında ittifaklar ön plana çıktı, AKP’nin oy oranı yüzde 42,5’e geriledi. 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı İstanbul, Ankara gibi önemli nüfus yoğunluğuna sahip büyükşehir belediyelerini kazanarak yerel seçimlerde oy oranını arttırdı. İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin AKP’nin bu seçimde elini zayıflatması, seçim ekonomisi ve bu seçimin bütçeye yansımalarını çok daha önemli hale getirdi.

Söz konusu yansımayı ve seçimde bütçenin nasıl bir “araç” olarak kullanıldığını görebilmek için 2022 ve 2023 yılları merkezi yönetim bütçe giderlerini ekonomik sınıflandırma bazında taradım. Özelikle 2022 yılı bütçesinden başlamayı tercih ettim. Çünkü biliyoruz ki 2022 yılının ikinci yarısında, cari bütçenin yüzde 80’i kadar bir ek bütçe çıkarıldı. Sebep, yüksek enflasyon nedeniyle bütçenin kadük olmasıydı. Aslında bir sebep daha vardı ki, 2022 yılı sonunda görünür hale geldi. Seçime hazırlık için yapılan popülist harcamaların çoğu 2022 yılının Kasım ve Aralık aylarında başlıyordu. Seçim ekonomisi mantığı içerisinde bu popülist harcamalar 2023 yılı bütçesinde de devam etti. İşte bu harcama kalemleri ve seçimin bütçeye yansımaları:

  • Siyasi partilere yapılan bütçe transferi 2022 yılında toplam 645 milyon TL idi. 2023 yılının ilk 3 ayında bu transfer 5 milyar TL olarak gerçekleşti.
  • Seçimler önemli ölçüde kırtasiye, yayın, baskı ve büro malzemesi alım maliyeti gerektiriyor. Ocak 2023’de bu kalemde sadece 38 milyon TL’lik harcama yapılmışken Şubat ayında 374 ve Mart ayında 338 milyon TL harcanmıştır. Ayrıca 2022 yılına göre bu alt kalemlerde yüzde 1000’e yakın artış görünüyor.
  • Potansiyel seçmeni en çok etkileyecek kamu harcaması türü, hanehalkına ve işletmelere yapılan transferler Hanehalkı ve işletmelere yapılan transferler, Ocak ayında sadece 10,6 milyon TL iken Şubat ve Mart aylarında 33 milyar TL’ye ulaşıyor. Bu transfer 2023 yılının ilk üç ayında bütçe giderlerinin yüzde 10’una karşılık geliyor. 2022 yılının ilk 3 ayında ise bu pay sadece yüzde 6’sı idi. Bu transfer alanı çok geniş; yoksullara, kimsesizlere, barınacak yeri olmayanlara, çiftçilere, hayvancılıkla uğraşanlara önemli ölçüde destek sağlıyor. Ancak bu büyük harcamanın yaklaşık üçte birinin hangi kesime gittiğine ilişkin bir açıklama ve bir iz yok, çünkü “sınıflandırmaya girmeyen diğer transfer” ibaresi mevcut.
  • Ekonomik ve mali transferler, 2022 yılı boyunca (kur korumalı mevduata transfer hariç) aylık ortalama 2-3 milyar TL gerçekleşirken 2022 yılı Kasım ayında bu transferin boyutu 27 milyar TL’ye ulaşıyor. KKM’ye o ayki bütçeden yapılan transferi düştüğümde kalan 18 milyar TL’lik transfer kısmını araştırıyorum. Maalesef bu da “sınıflandırmaya girmeyen diğer transfer” olarak sınıflandırıldığı için KOBİ’lere, teknoloji şirketlerine ya da bazı yatırımlara teşvik olarak ayrılıp-ayrılmadığını göremiyoruz.

Bütçenin gelir tarafının seçimlerin yarattığı tüm bu harcama artışını finansman gücü yetmeyebilir. 2022 yılında yüksek enflasyon ve dolarizasyon vergi gelirlerini beslemişti. Ancak 2023 yılında hem ekonomik aktivite düzeyindeki düşüş hem de deprem nedeniyle vergi terkini ve bazı vergilerde ertelemeler gerçekleşti. O nedenle 2023 yılı Ocak-Mart döneminde, 2022 yılı Ocak-Mart dönemine göre bütçe gelirleri sadece yüzde 32 artarken kamu harcamaları aynı dönemde yüzde 83 artış gösterdi.

Bütçe açığında ve faiz dışı açıkta tırmanış devam ediyor. 2022 yılı Ocak-Mart döneminde 30,8 milyar TL fazla vermiş olan merkezi yönetim bütçesi, 2023 yılı Ocak-Mart döneminde 250 milyar TL açık verdi. Ayrıca 2022 yılı Ocak-Mart döneminde 115,7 milyar TL olan faiz dışı fazla yerini 2023 yılı Ocak-Mart döneminde 149,4 milyar TL faiz dışı açığa bıraktı. Dolayısıyla 2022’de olduğu gibi 2023’de de “Ek Bütçe” kaçınılmaz olacak.

Seçim ekonomisinin bütçeye yansımalarını değerlendirmeye devam edeceğim. Çünkü seçim, birden fazla. Öncelikle cumhurbaşkanlığı ile genel seçim aynı gün ve bu seçim iki turlu olabilir; 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde. Ancak bitmedi, Mart 2024’te de yerel seçimler yapılacak. O nedenle yerel seçimler bitene kadar seçim ekonomisinden vazgeçilemeyeceği için mali disiplinden uzaklaşmayı telafi edecek bir vergi politikası izlenmesi olasılığını düşük görüyorum.

KAPİTALİZMİN SERMAYE/FİNANSAL BİRİKİM REJİMİ VE KRİZ YARATICI MEKANİZMASI

  Kapitalist sistemde sermayenin amacı üretimden çok “kârlılığa” odaklanır. Kapitalizmin içinde bulunduğu kârlılık krizi, sermaye birikimi sürecini zaman içinde reelden finansala taşıdı. Çünkü kapitalistler, daralan kâr hacmi ile bir köşeye sıkışmak istemezler. Günümüz koşullarında kapitalizmin en yüksek aşamasının küreselleşme olduğu kabul edilir. Kapitalizm küreselleştikçe, piyasa sisteminin özünde yer alan kriz yaratıcı mekanizma, tüm dünyaya yayılır. Önceleri uluslararası dolaşımda serbestliğini elde eden sermayenin yanında kriz de uluslararası dolaşıma çıkarak enerji krizi, petrol krizi şeklinde görülmeye başlandı. 1980’lere gelindiğinde üretime yönelik sermaye yatırımı ile finans piyasalarına yönelik finansal sermaye akımlarının önündeki engeller de kaldırılınca krizler küreselleşti. Kapitalizmin Sermaye Birikim Rejimi ve Kriz Tüm kapitalist üretim ilişkilerinin temeli ve sistemin yeniden üretilmesinin kaynağı, sermaye birikimidir. Kapitalist sistemin itici gücü sermaye birikiminin krizini aşma çabalarında referans alınan yaklaşım, krizlerin kapitalist sistemin doğasından kaynaklandığını ifade eden Marksist yaklaşımdır. Marx’a göre kapitalizm, kaosun vücut bulmuş halidir ve kendisi kriz demektir; insanlık tarihinde örneği olmayan derecede istikrarsızlık ve belirsizliği beraberinde getirmiştir.[1] Sadece Marx değil Keynes de kapitalizmin kendi doğası nedeniyle istikrarsızlığını kabul eder. Minsky, Post Keynesyen Finansal İstikrarsızlık yaklaşımında, Keynes’in kapitalizmin kendi doğası nedeniyle istikrarsız ve çöküş eğilimli olduğu yolunda kuvvetli bir argümanı olduğunu savunmuştur. Minsky’e göre Keynes’in analizinde üstü kapalı olan görüş, kapitalist ekonominin temelde kusurlu olduğudur.[2] Sermaye birikiminin mantığı, kapitalist ekonomilerin merkezinde yer alır. Bu nedenle, sermaye birikim sürecinin incelenmesi, kapitalist gelişim dinamiklerinin incelenmesi için başlangıç noktasıdır. Birikim süreciyle ilgili temel kavram olan birikim rejimi, sermaye birikim sürecinin oldukça uzun bir dönem boyunca istikrarlı bir şekilde sürmesini sağlayacak şekilde toplumsal ürünün, tüketim ve birikim arasında paylaşılması olarak tanımlanır.[3] Ancak kapitalist sistemler dönem dönem kâr hadlerinin düşmesiyle, istikrarlı sermaye birikim olanaklarını yitirirler. Ortaya çıkan kriz, bir yandan sistemin kendisini sürdürmesini, yeniden üretimini tehdit eder, diğer yandan da sistemde yapısal değişikliklere yol açarak sermaye birikiminin canlanmasının koşullarını yeniden yaratabilir.[4] Görüldüğü üzere kapitalizm, doğası gereği zaman aralıkları ile kriz üretir; üretim-tüketim dengesizlikleri yaratır. İkinci Dünya savaşından sonra, soğuk savaşın getirdiği askeri harcamalar, zaman zaman bölgesel sıcak savaşlar, devletin sosyal harcamaları krizlerin boyutunu sınırlı tutmuş, 1929 düzeyinde bir kriz yaşanmasını engellemiştir. Ancak finans kapitalin giderek spekülatif bir sermaye haline gelmesi ve izlenen neo-liberal politikalar 2008 küresel krizinin boyutunu 1950 sonrası krizlerine göre büyütmüştür.[5] Devletin ekonomideki etkinliğinin azaltılmasını, “devletin küçülmesini” öneren neo-liberal politikalar, özelleştirmeler, krizin şiddetini arttıran diğer bir etmen olmuştur. Neo-liberal iktisadın dayandığı temel kabuller çerçevesinde ve özellikle IMF ile Dünya Bankası’nın telkinleri doğrultusunda ülkeler birbiri ardına uygulamakta oldukları sermaye kontrollerini kaldırmaya başlamışlardır. Sermaye kontrollerinin kaldırılmasıyla birlikte finansal sermaye çok büyük bir akışkanlık ve bu akışkanlığın olanak sağladığı bir “cezalandırma yeteneği” kazanmıştır. Bu nedenle, alınan iktisadi kararların sermaye hareketlerini ne şekilde etkileyeceği, giderek kritik önem taşıyan bir husus haline gelmeye başlamıştır. Bu durumun çok önemli bir sonucu olarak hükümetler finansal sermayenin taleplerini, kitlelerin refahına ilişkin sorunları ve reel ekonomiyi göz ardı etme pahasına karşılama eğilimi içinde olmuşlardır.[6] Kapitalizmin (Finansal) Küreselleşmesi, Finansal Birikim Rejimi ve Kriz Küreselleşme, piyasaların serbestçe işleyişinin önündeki tüm toplumsal ve siyasal engelleri, sermayenin yararına kaldırma projesi olarak tanımlanabilir.[7] Bu projenin en önemli adımlarından biri, bilgi teknolojisindeki ve finansal araçlardaki hızlı gelişim ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, diğeri ise İkinci Dünya savaşından sonra birbiri ardına kurulan uluslararası finans kuruluşları ve onların aktiviteleridir. Kapitalizmin bir dünya sistemi olması, bunalımı tüm olumsuzluklarıyla merkezden çevreye taşır. Merkez, fazla üretimi çevreye aktararak durgunluğu aşmaya çalışır, bu da ekonomisi zaten hassas dengelere oturan bu ülkeleri tam bir yıkıma sürükler. Örneğin çevre ülkeleri, düşük maliyetli üretim alanları haline gelirken, çevrede çalışanlar da ucuz emek sömürüsünün yoğun baskısı altında hızla yoksullaşır.[8] Onun içindir ki küreselleşme kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Küreselleşme sürecinin ayrılmaz parçaları; serbest piyasa ekonomisi, serbest ticaret, serbest döviz kurları, finansal serbestleşme olup, neo-liberal politikaların en aktif aracı günümüzde finansal serbestleşmedir. O nedenle süreç finansal küreselleşme, yeni birikim rejimi de finansal sermaye birikim rejimi ya da finansal birikim rejimi olarak adlandırılabilir. Çeşitli yaklaşımlar finansal birikim kavramını farklı açılardan ele alır. Minsky’nin öncülüğünde Post Keynesyen yaklaşım[9] Keynes’ten yola çıkarak “spekülasyon” kavramının tanımlanması ve etkileri temelinde açıklamalar getirir. Keynes’in istikrarsızlık nedeni olarak üzerinde durmuş olduğu “belirsizlik” kavramı, Minsky tarafından “finansal istikrarsızlık hipotezi” çerçevesinde geliştirilmiştir. Minsky, finansal krizleri rastlantısal olaylar olarak değil; sistemik olaylar olarak değerlendirir. Finansal istikrarsızlığın ve bağlantılı olarak finansal krizlerin, kapitalist ekonomiye “içsel” olduğunu, dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan yaklaşık yirmi yıllık “sakin” dönemin, aslında, bir “anomali” olduğunu ileri sürer.[10] Finansal sermaye birikimi aynı zamanda, borçlanmada bir birikim süreci başlatır. Bu nedenle borçluluğun birikmesi, finansal sermaye birikim rejiminde borç verenlerin, bir başka deyişle finansal sermaye sahipleri diğer iktisadi aktörler üzerinde tahakkümü kurar. Buna, finansal sermayenin sınai sermayeye hakimiyeti, denir.[11] Onun içindir ki kapitalist sistem günümüzde sermaye birikimini sınai sermaye üzerinden değil, finansal sermaye üzerinden devam ettirir. Halihazırda finansal sermaye, yeni kârlılık alanları bulmak üzere sınai sermayeden daha hareketli ve hızlıdır. Ancak finansallaşmayla beraber iktisadi temellerden kopuk balonlar, reel üretimi amaçlayan sermaye birikimi yerine kısa vadeli rantlara yönelir ve istikrarsız ve kırılgan bir yapı ortaya çıkarır. Minsky’ye göre istikrarsızlık, kapitalizmi mümkün kılan finansal kurumlardan kaynaklanır. Ona göre kapitalist sistemin canlılığı ve gücü için gerekli olan finansal sistem, yatırım patlamasıyla beslenen, denetimden çıkmış genişleme potansiyelini barındırır. Birikmiş finansal değişimler, finansal sistemi kırılgan hale getirir.[12] Keynesyen sistemin ardından yeni dönemde yaşam bulan kapitalist sistemde sermayenin amacı üretimden çok “kârlılığa” odaklanır ve kapitalist sistemde kârın kaynağı bu noktada önemini yitirir. 1970’li yıllardan itibaren yaşanan, kapitalizmin içinde bulunduğu kârlılık krizi ile birlikte sermaye birikimi sürecinin finansallaşması olgusunun giderek yaygınlaşmasıdır. Pek çok ülke deneyimi 1990’lı yıllarda göstermiştir ki; finansal kriz yaşayan ülkeler, finansal sistemlerinin gelişimi ve düzenlenmesi yeterli olmayan, ancak ekonomilerini finansal ve reel olarak dış rekabete açmış ülkelerdir. Sermaye hareketlerinin yaratacağı istikrarsızlık ve panik ortamından zararlı çıkmışlar, bu modelin işleyiş ve dinamizmine uyum sağlayamamışlardır. Stiglitz (2004)[13] bu durumu tekne/deniz metaforu ile açıklar: Gelişmekte olan bir ülke, küçük tekneler gibidir. Sermaye piyasasını hızlı bir şekilde liberalleştirme, bu tekneleri daha gövdesindeki delikler kapatılmadan, kaptanına eğitim verilmeden, canyelekleri bordasına konulmadan fırtınalı bir denize yollamaya benzer. En iyi şartlar altında bile, büyükçe bir dalga, bu teknenin alabora olması için yeterlidir. Gelişmekte olan bir ülkenin finansal piyasalarının liberalleştirilmesinin doğuracağı sonuçlar da bundan farklı değildir. Krizin nedenleri tartışılırken finans sektörünün tek başına kriz yaratıp yaratamayacağının da irdelenmesi gerekir. Finans sektörü aracı bir sektördür ve yarattığı katma değer de sınırlıdır. Aracı bir sektörün tek başına derin bir krizin ana nedeni olması hala tartışılmaktadır. Hakim görüş, finans sektörünün krizin tetikleyicisi olabileceği, krizi derinleştirebileceği mümkün görülmekle beraber, tek başına kriz yaratamayacağıdır. [1] Roubini, Nouriel ve Stephen Mihm (2012); Kriz Ekonomisi, Dünya Ekonomisinin Çöküşü ve Geleceği, İstanbul, Pegasus Yayınları, s. 53. [2] Ibid., s. 57. [3] Taymaz, Erol (1993); “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim Dergisi, 46-61, Bahar 1993, s. 18. [4] Arın, Tülay (2013); Kriz, Devlet, İktisat ve Sosyal Güvenlik Politikaları, Seçilmiş Yazılar, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 5. [5] Akgüç, Öztin (2009); “Kriz Nedeni ve Çıkış Yolları”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, 42, s. 8. [6] Erdoğdu, M. M. (2010); “Neo-liberal İktisatta Sonun Başlangıcı ve Keynezyen İktisadın Reenkarnasyonu”, Ed. by. H. Kapucu, M. Aydın, İ. Şiriner, F. Morady ve Ü. Çetin, Politik İktisat ve Adam Smith, İstanbul, Yön Yayınları, 2010, ss. 332-333. [7] Yıldızoğlu, Ergin (2008); Emperyalizm ve Siyasal İslam Arasındaki Fark, İstanbul, Siyah Beyaz, s. 157. [8] Öngen, Tülin (2003); Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri, Petrol-İş Yayınları, http://arsiv.petrol-is.org.tr/yayinlar/yillik/2003_yillik/01_sermaye/govde.htm [9] bkz. Minsky, Hyman P. (1984); Can “It” Happen Again? Essays on Instability and Finance, New York, M.E. Sharpe Inc. [10] Minsky, Hyman P. (1984); ss. 62-63’den aktaran Arıkboğa, Aysel (2008); Birikim Sürecinde Bölüşüm Dinamikleri: 1970 Sonrası İçin Karşılaştırmalı Bir Analiz ve Türkiye Örneği, T.C. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Maliye Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, s. 39. [11] İnsel, Ahmet (2001); “Mali Sermaye Birikimi Rejimi,” Birikim, Sayı: 145, s. 11. [12] Roubini ve Mihm, op.cit., s. 57. [13] Stiglitz, Joseph E. (2004); Küreselleşme, Büyük Hayal Kırıklığı, İstanbul, 3. Baskı, Plan B Yayıncılık, s. 39.