REKABETÇİ PİYASALAR, ETKİNLİĞİ SAĞLAR MI?

Klasik iktisatın babası A. Smith’e atfen bir metafor haline gelen “görünmez el”in yönlendirmesi sonucu, kendi özel çıkar ve kârlarını izleyen bireylerin karşılıklı etkileşimi, toplumun çıkarlarına da hizmet etmeleri sonucunu yaratır.

Klasik iktisat ekolünün öngördüğü bir ekonomik düzen olan piyasa ekonomisinde iki önemli aktör vardır. Aktörlerden tüketiciler fayda, üreticiler de kâr maksimizasyonu peşinde koşarlar. Üreticiler (müteşebbis) kârını ençoklaştırma peşinde olduklarından, malın satış fiyatı üretim maliyetinden yüksekse, potansiyel kâra ulaşmak için malı üretir. Öte yandan malın üretim maliyetini minimize edecek üretim teknolojisi ya da faktör bileşimlerini bularak da kârını yükseltebilir. Bu durumda kâr hırsı, üretimin daha etkin bir şekilde gerçekleşmesini ve tüketici ihtiyaçlarının ön planda tutulmasını sağlar. Etkin üretim yapamayan müteşebbisler ise rekabet edemez ve piyasadan silinip giderler. Bu mekanizma çalışabildiği sürece, piyasa ekonomisinde sonsuz ihtiyaçlarla kıt kaynaklar arasında optimal bir şekilde denge kurulmuş olur. İşte bu şekilde rekabet, klasik iktisata göre etkinliği sağlamış olur.

A. Smith’in görünmez elinin ardında görüldüğü üzere, piyasa testinden geçen mallar üretilir. Bu düzen içinde tüketici egemenliği hakimdir, tüketici mevcut mal ve hizmetler arasındaki tercihini yaparken özgürdür. Tam rekabet piyasasında hangi mal ve hizmetin üretileceğine tüketiciler karar verir ve böylelikle tüketiciler belli bir mal ya da hizmeti daha fazla talep ederlerse, ceteris paribus, o mal ya da hizmetin fiyatı yükselir. Serbest fiyat mekanizması sayesinde arz ve talep fazlalığı hallerinde fiyatlar aşağı ve yukarı hareket ederek dengenin yeniden kurulması sağlanır. Dengeye ulaşmada kamu ekonomisine ya da bir kamusal karara gerek yoktur.

Ancak piyasa ekonomisinin kendi çoğu çelişkisi, bireylerin kendi çıkarını izlerken toplumun çıkarlarına hizmet ettikleri sonucunu ortaya çıkarmaz. İşsizlik, durgunluk, gelir bölüşümünde adaletsizlik gibi sorunlar yaratan piyasa ekonomisinin, bu gibi durumlarda etkin çalıştığı da söylenemez.

Kaynak : Binhan Elif YILMAZ, Maliye, 3. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, 2018, s. 6.

SOSYAL GÜVENLİK AÇIKLARINDA SON DURUM

Sosyal güvenlik, bireylerin karşılaşma zamanı belli olmayan, hastalık, kaza, analık, işsizlik gibi risklere karşı güvence sağlama görevini üstlenen ve bu risklerin ortaya çıkardığı gelir azalışını ve/veya gider artışını telafi eden bir sistemdir. Uluslararası belgelerde temel insanlık hakkı kapsamında değerlendirilen sosyal güvenlik, ulusal düzeyde de anayasalar tarafından güvence altındadır. Buna karşılık modern dünyada bir çok ülkede sosyal güvenlik açıkları, getirdiği mali yükler nedeniyle önemli bir tartışma konusudur.

Toplumların vazgeçemeyeceği ve önemli dışsallıkları bulunan bir hizmet olan sosyal güvenlik alanında, son yıllarda önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. 1990’lı yıllarla beraber erken emeklilik uygulamaları, kurum fonlarının verimsiz kullanımı, nimet-külfet dengesini bozan uygulamalar, istihdama, kapsanan nüfusa ve prim tahsiline yönelik sorunlar sonucu sosyal güvenlik sistemimizin aktüeryal dengesi giderek bozulmuştur.

Bu ve benzeri nedenlerle sunulan hizmetin ve gelir garantisinin düzeyi kesimleri memnun etmemek, ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz etkilemektedir.

Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi, 1999 ve 2003 Reformlarına rağmen açık vermeye devam etmektedir. Grafik 1’den görüleceği üzere 2000’li yıllar boyunca Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gelirleri, giderlerinin altında kalmış ve kurum bütçesi her yıl açık vermiştir. Özellikle sistemin reforma tabi tutulduğu 2006 yılı sonrasında açıklarda azalış sağlanamamıştır. Bu durumda sosyal güvenlik sisteminde aktüeryal dengenin var olmadığı söylenebilir.

Grafik 1. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Gelir-Gider ve Açıkları

Kaynak : Sosyal Güvenlik Kurumu, Aylık İstatistik Bültenlerinden derlenmiştir.

Grafik 2, yıllar itibariyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gelirlerindeki ve giderlerindeki artış seyrini göstermektedir. 2001 yılından 2004’e yılına kadar gelir ve gider artış hızları düşmeye başlamıştır. 2006 yılında sosyal güvenlik reformunun ilk etkisiyle gelirlerde bir önceki yıla göre %30 artış olmuştur. Ancak ertesi yıl artış hızı %5’e gerilemiştir. 2010 ve 2011 yıllarında gelir artış hızı %20-30 aralığında gerçekleşse de günümüze kadar gelir artış hızı ivmelenememiştir. Öte yandan kurumun giderleri 2012-2013 yılları dışında, gelirden bağımsız olarak sürekli artmıştır.

Grafik 2. Sosyal Güvenlik Kurumu Gelir ve Giderleri Artış Seyri (%)

Kaynak : Sosyal Güvenlik Kurumu, Aylık İstatistik Bültenlerinden derlenmiştir.

Sosyal güvenlik sistemleri sağlık ve emeklilik alanında önemli harcamalar gerçekleştirir, bu harcamaları da aktüeryal dengelerinin sağlanmasında prim gelirleri finanse ederler. Grafik 3, yıllar itibariyle emekli aylığı ödemelerini ve sağlık harcamalarını nominal olarak göstermektedir. Grafik 3’den görüldüğü üzere her yıl emekli aylığı ödemeleri, sağlık harcamalarından daha fazladır. Ayrıca prim gelirleri, söz konusu harcamaları finanse etmeye yetmemektedir. 2000 yılında %70 olan prim gelirlerinin ödemeleri karşılama oranı, 2008 yılında %60’a, 2009 yılında %55’e kadar gerilemiştir. 2008 yılından sonra uygulamaya giren Genel Sağlık Sigortası ile sağlık harcamalarında önemli bir sıçrama yaşanmıştır. Günümüzde prim gelirlerinin emekli aylığı ve sağlık harcamalarını karşılama oranı %70’in altındadır. Bu bağlamda kurumun açık verdiği ve bütçe transferlerine muhtaç olduğu görülmektedir.

Grafik 3. Prim Gelirlerinin Emekli Aylığı ve Sağlık Ödemelerini Karşılama Oranı (%)

Kaynak : Sosyal Güvenlik Kurumu, Aylık İstatistik Bültenlerinden derlenmiştir.

Türkiye’de devletin sosyal güvenlik kurumlarına katkısı, bu kurumların açık vermeye başladığı 1992 yılında başlamış, 1994 yılından itibaren giderek artmıştır. Grafik 4, sosyal güvenliğe bütçeden yapılan transferlerin hem nominal tutarlarını hem de bütçe harcamaları ve GSYİH içindeki payını göstermektedir. Bütçe transferlerinin hacmi 1994 yılından 2005 yılına kadar her yıl bir önceki yıla oranla yaklaşık %70’lik artış göstermiştir. Sosyal güvenliğe bütçe transferleri sistemin reforme edilmesine rağmen 2010 yılına dek artış gösterirken, sadece 2011-2012 yılları arasında transfer hacmi daralmıştır.

Grafik 4. Sosyal Güvenlik Sistemine Yapılan Bütçe Transferleri

Kaynak : Sosyal Güvenlik Kurumu, Aylık İstatistik Bültenlerinden derlenmiştir.

1994 yılında bütçe harcamalarının %4,3’ünü oluşturan sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan bütçe transferleri, 1999 yılında %10,5’e yükselmiştir. 1999 Reformu’nun etkisi ile beraber 2000 yılında oransal bir düşüş görülse bile sonraki yıllarda artış tekrar devam etmiş, 2003 yılında %11,3 seviyesiyle, 2000 yılı öncesine dönülmüştür. 2005 yılı verilerine bakıldığında sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan bütçe transferlerinin bütçe harcamalarına oranının %16’ya ulaştığı görülür. Sosyal güvenliğin gelirini arttırıcı ve giderini azaltıcı pek çok parametrik düzenlemenin yanında sistemik reformları da bünyesinde barındıran sosyal güvenlik reformunun tam anlamıyla 2008 yılında hayata geçmiş olmasına rağmen, açıkların önüne geçilememiştir. 2009 yılında bütçe harcamalarının %20’sine ulaşan sosyal güvenliğe bütçe transferleri günümüzde %19 gibi çok yüksek bir orana sahiptir (Grafik 4).

1994 yılında sosyal güvenlik kurumlarına yapılan bütçe transferlerinin GSYİH’den aldığı pay %1 iken, 1999 yılında bu oran %2,75’e çıkmıştır. 2000 yılındaki geçici düşüşten sonra tekrar artışa geçen bütçe transferlerinin 2005 sonu itibariyle GSYİH’ye oranı %3,5’e yükselmiştir. Bu dönemlerde alınan ekonomik tedbirler borçlanma gereğini azaltamamış ve bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferler devam etmiştir. Tek çatı sonrası yeniden yapılanan Sosyal Güvenlik Kurumu, 2009 yılında milli gelirin %5,3’ü kadar bütçe transferi almıştır. 2012 yılında kapsamdaki genişleme, tedavi harcamalarındaki artış ile prim ödeme gücü olmayanların GSS primleri için yapılan transferlerin artması nedeniyle kuruma yapılan bütçe transferlerinin GSYİH içindeki oranı %4’lerde seyretmiştir. Günümüzde bu pay, %4,1’dir (Grafik 4).

Görüldüğü üzere Türkiye’de sosyal güvenliğin finansmanında benimsenen yöntemlerden, dağıtım yöntemi önem kazanmaktadır. Ancak açıların artışı da durdurulamamaktadır. Yine de hiçbir ülke, bu gibi nedenlerle sosyal güvenlik sisteminden vazgeçemez. Sosyal güvenlik sistemlerinin iflas etmesi ya da terkedilmesi mümkün olmadığından sistem, devlet katkısı ile yaşatılmaya devam eder..

GELİR VERGİSİNDE GENÇ GİRİŞİMCİLERDE KAZANÇ İSTİSNASI

 

Günümüzde halen “genç” nüfusa sahip olan ülkemizin büyüme ve kalkınma yolunda ilerleyebilmesi, işsizlikle mücadele edebilmesi için, gerek emek gerekse girişimci üretim faktörlerini en etkin şekilde kullanması gerekmektedir. Bu amaca ulaşmada devletin elinde kamusal araçları bulunmaktadır. İstihdam ve büyüme politikalarını etkileyebilecek bir vergi politikası, bu araçlardan biridir. Bu bağlamda 10.02.2016 tarihli 29260 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6683 sayılı Kanunun 1. maddesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu (G.V.K)’nun mülga mük. 20. maddesinde, “Genç Girişimcilerde Kazanç İstisnası” başlığı altında bir istisna uygulaması getirilmiştir.

1. GİRİŞİMCİ VE GİRİŞİMCİLİK

Üretim faktörlerinden biri olan girişimci, insana ve onun emeğine bağlı olup, yarar ortaya çıkaracak bir ekonomik değere dönüştüren, riskleri göze alabilen kişidir. OECD’ye göre girişimci, yeni iş imkânlarını şekillendiren ve kaynakları iyi değerlendirme kabiliyetine sahip olan kişidir (OECD, 1998). Girişimciler yenilikçi, yaratıcı, risk alan, ortaya çıkan fırsatları maksimum ölçüde değerlendirebilen özellikleri ile ekonomik gelişmeye dinamizm kazandıran, yeni firmaları kuran ve geliştiren bireysel aktörler olarak öne çıkarlar (Yetim, 2002:80). Girişimcilerin sahip oldukları bu tür özellikleri yanında, yaşadıkları bölge ya da ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel özellikleri de girişimcilik üzerinde etkilidir.

Girişimcilik ise sermaye, emek ve doğal kaynaklar üretim faktörlerini de kullanarak, mal ve hizmet üretme ve riski üstlenme faaliyetidir. Girişimcilik ile ilgili yapılan farklı tanımlar, bir yandan “iş kurma ve büyütme” gibi süreçleri işlemekte, diğer yandan da risk alma iştahı, yenilikçilik, fırsatları belirleme ve bu fırsatlardan faydalanma gibi özellikleri barındırmaktadır. Son dönemlerde ise özellikle “yüksek büyüme potansiyeli” ve “büyüme iddiası” gibi kavramlar, girişimci ve girişimcilik ile ilgili yapılan tanımlama ve değerlendirmelerde özel bir yer tutmaya başlamıştır (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2014:3-4). Girişimcilik, refahı arttıran, yeniliğe açık, üretken ve büyümeye katkı sağlayan pek çok faydaya sahip olduğu için, özel sektör eliyle büyüme modelini benimsemiş hemen her ülkenin izlediği iktisat politikalarında, girişimciliğin özendirilmesine dair politikalara öncelik verilir.

2. GİRİŞİMCİ, SERMAYE BİRİKİMİ VE EKONOMİK BÜYÜME

Dünya üzerinde pek çok ülkenin ulaşmaya çalıştığı amaçlardan biri, toplumların yaşam standardının devamlı olarak yükseldiği bir süreci yaşamaktır. Ne var ki bu süreç kapitalizmin krizleri, savaş ya da doğal afetler nedeniyle kesintiye uğrar. 1950’li yıllara kadar ekonomik istikrara ulaşma çabasında olan maliye politikası, 1960’lı yıllarda tam istihdam durumundaki bir ekonominin sürdürülebilir ve olabildiğince yüksek bir büyüme hızının nasıl sağlanabileceği üzerine odaklanmıştır (Yılmaz, 2016:429).

Gerek Neo-Keynesyen Büyüme Teorisi çerçevesinde Harrod-Domar büyüme modeli, gerekse bu modelin eksiklikleri çerçevesinde geliştirilen Neo-Klasik Büyüme Modelinde, ekonomik büyümenin stratejik faktörlerinden biri, sermaye birikimidir (diğer faktörler ise nicel ve nitel açıdan iyileştirilmiş emek arzını bünyesinde barındıran nüfus ile teknolojik gelişmedir). Sermaye birikiminin en önemli unsuru yatırımlardır. Yatırımları ise tasarruf ve girişimci olmaksızın gerçekleştirmek, olanaksızdır.

2.1. EKONOMİK BÜYÜME VE VERGİ POLİTİKASI

Ekonomik büyümenin toplumlara önemli ekonomik ve sosyal kazanımları vardır. Büyüyen ekonomilerde yapısal değişim kolaylaşır, ulusal ve uluslararası düzeyde gelir dağılımına ilişkin eşitlik kaygıları azalır.

Vergileme yatırım, tasarruf, emek arzı kararları ve risk alma eğilimi üzerinde saptırıcı etkiler yaratarak, büyümeyi negatif etkiler. Söz konusu saptırıcı etkiler ve verginin aşırı yükünün ortaya çıkmaması için, özel sektör öncülüğünde büyüme yolunda ilerleyen bir ekonomide karar alıcıların, ekonomik büyümenin üç önemli stratejik faktörünü zedelemeyecek uygulamaları hayata geçirmesi gerekir.

Görüldüğü üzere devletlerin, büyüme ve kalkınmanın finansmanında, gerek doğrudan katkıları gerekse sağladığı denetim ve teşvik çerçevesinde dolaylı katkıları nedeniyle, temel gelir kaynağı olan vergi gelirlerine ve iyi dizayn edilmiş bir vergi politikasına ihtiyacı vardır.             Düşük gelir ve kurumlar vergisi oranları, tasarrufun düşük vergilendirilmesi, bu alanlara getirilebilecek indirim oranları ve istisnaların, yatırımların artmasına ve sermaye birikiminin hızlanmasına katkı sağlayacağı açıktır.

2.2. VERGİ BAĞIŞIKLIKLARI VE ÖZENDİRİCİLER

     Vergi bağışıklıkları, vergi konusunun daraltılması yoluyla elde edilir. En önemli vergi bağışıklıkları, istisna ve muafiyettir. İstisna, vergiye tabi olması gereken bir vergi konusunun, yine kanunla vergilendirilmemesi halidir. Çeşitli vergi kanunlarında istisnalar, tam ya da kısmi ile daimi ya da geçici istisnalar şeklinde sınıflandırılır. Muafiyet ise, gerçekte vergi yükümlüsü olan kişi veya kişilerin, kanunla mükellefiyet dışı bırakılmasıdır.

İstisnalar vergilemede vergi konusu ile ilgili, muafiyetler de vergilemede kişi ile ilgili sınırlamalardır.

Ekonomik büyüme amacına ulaşmayı hedefleyen bir iktisat politikası uygulamasında, vergi sistemine yönelik düzenlemelerin, özendiriciler üzerinde olumsuz etki yapmaması gerekir. Burada özendiricileri en az etkileyecek vergi sistemine sahip olmak gerekir. Bunun için de vergi oranlarının yüksekliği ve tarife yapısında değişikliğe gidilmesi etkili olurken, ayrıca çeşitli vergi muaflık, istisna ve indirim oranları kullanılabilir.

Ancak bu konuda başarı elde etmek zordur. Marjinal tasarruf eğilimi pozitif olan orta ve üst gelir gruplarına getirilecek vergisel teşvikler, gelir dağılımında adaleti sağlamaya çalışan vergi politikası ile çatışır. Ödeme gücü arttıkça marjinal vergi oranını arttırarak sağlanacak dikey adaletten ödün verilmek zorunda kalınır.

3. TÜRKİYE’DE NÜFUS YAPISI VE GENÇ NÜFUS

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun 2015 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre ülkemiz nüfusu 31 Aralık 2015 tarihi itibariyle 78.741.053’tür. TÜİK’in nüfus projeksiyonuna göre nüfusumuzun 2050’de en yüksek rakam olan 93.475.000 kişiye ulaştıktan sonra 2050’den itibaren düşmeye başlayacağı ve 2075’de ise 89.172.000 kişi olacağı tahmin edilmektedir.

Ülkemizde nüfus artış hızının giderek düştüğü bir gerçektir. 2000 yılında %2 olan nüfus artış hızı, 2010 yılına gelindiğinde %1,6’a gerilerken, nüfusumuz 2015 yılında bir önceki yıla oranla %1,34 artış göstermiştir. Projeksiyonlar, nüfus artış hızının 2020’da %0,9’a, 2030’da ise %0,7’ye düşeceği yönündedir.

Günümüz Türkiye nüfusunun en önemli özelliklerinden biri, şu anda genç nüfusa sahip olması ancak demografik dönüşümün de içinde bulunmasıdır. TÜİK nüfus verilerine göre 15-19 yaş aralığında 6.5 milyon, 20-24 yaş aralığında 6.2 milyon kişi yaşamaktadır. 25-29 yaş aralığında da 6.3milyon kişi bulunmaktadır. Bu nüfusun 3.2 milyonu erkek ve 3.1 milyonu kadındır. Görüldüğü üzere girişimci sayılacak nüfus olan 20-29 yaş arası nüfusun toplam nüfusa, oranı, %12,1’dir.

Ancak Türkiye, genç nüfusunu yitiren ve yaşlı nüfusu artan bir demografik dönüşüm içine girmiştir. Her şeyden önce doğurganlık oranı giderek azalmaktadır. Ayrıca, tıp alanındaki ilerlemeler ve sosyo-ekonomik olanaklarla ölüm oranları gerileyerek, daha uzun yaşam beklentisi de artmaktadır.

Demografik göstergelerdeki doğurganlık hızı, nüfus artış hızı beklentisi ile doğuşta yaşam beklentisine ilişkin eğilimler devam ettiği takdirde, Türkiye nüfusu yaşlanmaya devam edecektir. Bu oranlar, Türkiye’nin büyük çaplı bir dönüşüm geçirmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Demografik dönüşüm tamamlandığında, ülke nüfusu sabitlenecek ve bugünkünden çok farklı bir nüfus yapısı ortaya çıkacaktır. Batılı ülkelerin 100 yılı aşkın bir sürede yaşadığı bu süreci Türkiye, 40-50 yılda yaşamıştır ve bu süreç önümüzdeki 20 yılda tamamlanacaktır (Yılmaz, 2014:55).

Önümüzdeki 20 yılda genç nüfusun toplam nüfus içindeki payı sürekli olarak düşerek, Türkiye “genç bir ülke” olma özelliğini kaybedecektir. 0-14 yaş arası nüfusun toplam nüfusa oranı 2000 yılında %29,83 iken, genç nüfus azalarak 2020 yılında %23,46’ya, 2050 yılında %18,18’e düşecektir (Tablo 1).

Tablo 1. Türkiye’de Nüfusun Seçilmiş Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Projeksiyonu

2000 2010 2020 2030 2040 2050
0 – 14 29,83 26,16 23,46 20,81 19,42 18,18
15 – 64 64,47 67,53 68,61 68,32 66,89 64,5
65 + 5,69 6,3 7,93 10,88 13,69 17,32

Kaynak : TÜİK, 2014 ve Hoşgör, 2010’dan aktaran, Yılmaz, 2014:56.

Görüldüğü üzere Türkiye, demografik dönüşüm sonucu yoksun kalacağı genç nüfusa sahip olduğu gibi, onun istihdamında da sorunlar yaşamaktadır. Mayıs 2016’da yayınlanan DİSK/Genel-İŞ’in raporuna göre Türkiye’de 15-24 yaş arası genç işsiz ortalaması %18,5 düzeyindedir. Erkeklerde bu oran %16,5 iken, kadınlarda %22,2’ye ulaşmaktadır. Türkiye’deki 3 milyon 57 bin dar tanımlı işsizin %30’u, yani 919 bini gençlerden oluşmaktadır. Aynı raporun verilerine göre Türkiye’de genç işsizler içerisinde üniversite mezunları en yüksek orana sahip gruptur. Yükseköğrenim mezunlarının %29,5’i işsiz olup, üniversite mezunlarında genç kadın işsizliği %35,9 iken, genç erkek işsizliği %21,5’dir (DİSK/Genel-İŞ, 2016:3).

Genç işsizliğinin günümüzde sahip olduğu boyut korkutucu iken, kayıt dışılık ile de mücadele edilmesi gerekmektedir. Ülkemizde ortalama her 3 gençten biri kayıt dışı çalışmaktadır. 3 milyon 117 bin ücretli çalışan gencin, 1 milyonu kayıt dışında yer almaktadır. Kayıt dışı çalışma oranlarının bu kadar yüksek olması, gençleri güvenceli bir gelecekten uzaklaştırmakta ve onların daha çok ‘günü kurtarmaya dönük’ çalışma biçimlerinde istihdam edilmelerine neden olmaktadır. Öte yandan genç kadınların 737 bini kayıtlı ve 268 bini kayıt dışı çalışırken, genç erkeklerin 1 milyon 352 bini kayıtlı, 760 bini kayıt dışı çalışmaktadır (DİSK/Genel-İŞ, 2016:4).

Türkiye’de hem kadınların hem de erkeklerin işgücüne katılma oranları da azalmaktadır. 1980’li yılların sonlarında erkekler için %81, kadınlar için ise %34 olan işgücüne katılma oranı, 2007 yılında kadınlarda %23,6, erkeklerde %63,8 olarak gerçekleşmiştir. Özellikle kadınların işgücüne katılım oranlarındaki azalma dikkat çekicidir. 2012 yılına gelindiğinde kadınların payı %29,5 ve erkeklerinki %71 olmuştur. 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda kadınların işgücüne katılma oranı %34,9 olarak hedeflenmiştir.

4. GENÇ GİRİŞİMCİLERDE KAZANÇ İSTİSNASI

Genç girişimcilerimizin ekonomik hayattaki etkinliklerinin arttırılması ve desteklenmesi amacıyla 193 sayılı G.V.K.’nın mülga mük. 20. maddesi, 6663 sayılı Kanunun 1. maddesiyle yeniden düzenlenerek, Genç Girişimcilerde Kazanç İstisnası’na ilişkin hükümler 10.02.2016 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 05.05.2016 tarihinde 29703 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 292 seri no’lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile de, söz konusu kazanç istisnasına ilişkin usul ve esaslar ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir.

4.1. İSTİSNANIN KAPSAMI VE ŞARTLARI

            Mükerrer m. 20’ye göre; ticari, zirai veya mesleki faaliyeti nedeniyle adlarına ilk defa gelir vergisi mükellefiyeti tesis olunan ve mükellefiyet başlangıç tarihi itibarıyla 29 (yirmi dokuz) yaşını doldurmamış tam mükellef gerçek kişilerin, faaliyete başladıkları takvim yılından itibaren üç vergilendirme dönemi boyunca elde ettikleri bu kazançlarının 75.000 Türk lirasına kadar olan kısmı, aşağıdaki şartlarla gelir vergisinden istisna edilmiştir:

  1. İşe başlamanın kanuni süresi içinde bildirilmiş olması,
  2. Kendi işinde bilfiil çalışılması veya işin kendisi tarafından sevk ve idare edilmesi (Çırak, kalfa veya yardımcı işçi çalıştırmak ya da seyahat, hastalık, askerlik, tutukluluk ve hükümlülük gibi zaruri ayrılmalar dolayısıyla geçici olarak işinde bilfiil çalışmamak bu şartı bozmaz.),
  3. Faaliyetin adi ortaklık veya şahıs şirketi bünyesinde yapılması hâlinde tüm ortakların işe başlama tarihi itibarıyla bu maddedeki şartları taşıması,
  4. Ölüm nedeniyle faaliyetin eş ve çocuklar tarafından devralınması hâli hariç olmak üzere, faaliyeti durdurulan veya faaliyetine devam eden bir işletmenin ya da mesleki faaliyetin eş veya üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) kan veya kayın hısımlarından devralınmamış olması,
  5. Mevcut bir işletmeye veya mesleki faaliyete sonradan ortak olunmaması.

Yukarıdaki şartları sağlayan tam mükellef gerçek kişiler (dar mükellef gerçek kişiler istisnadan yararlanamayacaklardır), 10.02.2016 tarihinden itibaren ticari, zirai ve mesleki faaliyeti nedeniyle adına ilk defa vergi  mükellefiyeti tesis edilmiş olması ve mükellefiyet başlangıç tarihi itibariyle 29 yaşını doldurmamış olmaları şartıyla istisnadan yararlanabilirler (10.02.2016 tarihinden önce işe başlayan mükelleflerin bu istisnadan faydalanması mümkün değildir).

            292 seri no.lu Genel Tebliğ’in 3. maddesi, yukarıdaki istisnadan yararlanma şartlarına ilişkin açıklamalar ve örnek olayları aktarmaktadır. Ayrıca söz konusu madde, Genç Girişimcilerde Kazanç İstisnasında özellikli durumları da düzenlemektedir:

4.2. İSTİSNA UYGULAMASI VE TUTAR

292 seri no.lu Genel Tebliğ’in 4. madde hükümleri, istisnanın uygulama esaslarını ele almaktadır:

İstisna şartlarını sağlayan mükelleflerce daha sonra herhangi bir nedenle faaliyetin terk edilmesi durumunda, terk tarihine kadar elde edilen kazançlar dolayısıyla istisnadan yararlanılırken, faaliyet terk edildikten sonra istisna kapsamındaki söz konusu faaliyetlere tekrar başlanılması halinde ise adlarına ilk defa gelir vergisi mükellefiyeti tesis olunması şartı ihlal edilmiş sayılacağından, bu istisnadan yararlanılamaz.

İstisnadan yararlananların, yararlanma süresi içerisinde faaliyetlerini ticari, zirai ya da mesleki faaliyet olarak değiştirmesi veya faaliyet konusunda değişiklik yapmaları durumlarında, istisnadan kalan süre kadar yararlanmaları mümkündür.

292 Seri no.lu Genel Tebliğ’in 5. madde hükümleri, istisnanın tutarı ve özellikli durumlardaki tutar durumunu ele almaktadır:

İstisna, her vergilendirme döneminde yıllık 75.000 Türk lirası olarak uygulanacak olup, bir vergilendirme döneminde istisna tutarının altında kazanç elde edilmesi durumunda ise istisnadan yararlanılmayan tutar ertesi yıla devredilmez.

Takvim yılı içerisinde işe başlanılması veya işin terk edilmesi durumlarında; işe başlama tarihinden yıl sonuna kadar olan kıst dönem bir vergilendirme dönemi, takvim yılı başından işin terk edildiği tarihe kadar olan kıst dönem ise bir vergilendirme dönemi sayılacak olup, bu dönemler için istisnadan tam olarak yararlanılır.

İstisna, ticari, zirai veya mesleki faaliyetten dolayı kazanç elde eden ve şartları sağlayan gerçek kişilere uygulandığından, istisna şartlarını taşıyan mükelleflerin bir vergilendirme döneminde anılan faaliyetlerden bir veya birkaçından kazanç elde etmeleri durumunda, söz konusu istisna beyan edilen bu gelirlerin toplamına uygulanır.

İstisna, her durumda ticari, zirai veya mesleki faaliyeti nedeniyle ilk defa gelir vergisi mükellefiyetinin tesis olunduğu dönemden başlamak üzere üç vergilendirme dönemi ile sınırlı olup, önceki faaliyete devam edilirken yeni bir faaliyete başlanılması istisna süresini uzatmaz.

4.3. DİĞER HUSUSLAR

292 seri no.lu Genel Tebliğ’in 6. madde hükümleri, istisna ile ilgili diğer hususları düzenlemektedir:

Bu istisnanın, G.V.K.’nın 94. maddesi uyarınca tevkif suretiyle ödenecek vergiye etkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, G.V.K.’nın 94. maddesinin birinci fıkrası kapsamında bulunanlar tarafından, istisnadan yararlananlara tevkifat kapsamında ödeme yapılması durumunda, gelir vergisi tevkifatı yapılması gerekmektedir.

Diğer taraftan, anılan Kanunun mükerrer 20. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “istisna kapsamındaki faaliyetlerden kazanç elde edilmemesi veya istisna haddinin altında kazanç elde edilmesi hâllerinde dahi yıllık beyanname verilir” hükmü gereği, istisnaya konu kazancın elde edilmesi sırasında tevkif edilen vergilerin tamamı, beyanname üzerinden hesaplanan gelir vergisinden mahsup edilebilir.

Mükellefler tarafından yıllık gelir vergisi beyannamesinin gelir bildirimi tablolarına, istisna düşüldükten sonra kalan tutar yazılır.

İstisnadan yararlanan ticari kazanç sahipleri ile serbest meslek erbabı (basit usulde vergilendirilenler, G.V.K.’nın 42. maddesi kapsamında kazanç elde edenler ve noterlik görevini ifa ile mükellef olanlar hariç) geçici verginin hesabında da söz konusu istisnayı dikkate alacaklardır.

Kazanç istisnasından yararlanan mükellefler, beyana tabi başka bir gelirlerinin olması durumunda da ticari, zirai ve mesleki kazançları dolayısıyla istisnadan yararlanabilirler.

4.4. BASİT USULE TABİ MÜKELLEFLERE UYGULANACAK KAZANÇ İNDİRİMİ

193 sayılı G.V.K.’nın 89. maddesinin birinci fıkrasına, 6663 sayılı Kanunun 2. maddesiyle aşağıdaki 15 numaralı bent eklenmiştir.

Söz konusu hüküm uyarınca, ticari kazancı basit usulde tespit edilen mükelleflerin beyan ettikleri ticari kazançlarına herhangi bir süre ile sınırlı olmaksızın 8.000 Türk liralık indirim uygulanır.

İndirim, 01.01.2016 tarihinden itibaren elde edilecek gelirlere uygulanır. Söz konusu indirim, basit usule tabi mükelleflerin sadece ticari kazançlarına uygulanacak olup, beyana tabi diğer gelir unsurlarının da bulunması halinde bu gelirlere indirim uygulanmaz. Ayrıca, vergilendirme döneminde kazanç elde edilmemesi veya 8.000 Türk lirasının altında kazanç elde edilmesi nedeniyle yararlanılamayan indirim tutarı, ertesi yıllara devredilmez.

Ticari kazancı basit usulde vergilendirilen mükellefler genç girişimcilere ilişkin kazanç istisnası ile 8.000 Türk liralık indirimden birlikte yararlanamazlar.

Ticari kazancı basit usulde tespit edilen mükelleflerden genç girişimcilere ilişkin kazanç istisnası ile 8.000 Türk liralık indirime ilişkin şartları birlikte taşıyanlar, söz konusu istisna veya indirimin hangisinden faydalanacaklarını kendileri belirler.

Basit usule tabi mükelleflerin herhangi bir nedenle takvim yılı içerisinde gerçek usule geçmeleri durumunda, 8.000 Türk liralık indirimden yararlanmaları mümkün değildir. Ayrıca, gerçek usule geçen mükellefler, genç girişimci istisnasına ait diğer şartları taşısalar dahi ilk defa mükellefiyet tesis edilme şartı ihlal edilmiş olduğundan, söz konusu istisnadan da yararlanamazlar.

İndirim tutarı, Yıllık Gelir Vergisi Beyannamesinin (Beyana Tabi Geliri Sadece Basit Usulde Tespit Edilen Ticari Kazançlardan İbaret Olanlar İçin) “Gelir Bildirimi” bölümünün ilgili satırında gösterilir. Öte yandan, söz konusu indirim tutarı basit usulde tespit edilen ticari kazancın yanında beyana tabi başka bir gelir unsurunun bulunması halinde “Yıllık Gelir Vergisi Beyannamesinin Eki”nde yer alan “Basit Usulde Ticari Kazançlara İlişkin Bildirim” bölümünün ilgili satırında gösterilir.

SONUÇ

Genç Girişimlerde Kazanç İstisnası düzenlemesi ile 18-29 yaş arasındaki genç girişimciler, 3 yıl boyunca vergi indirimi elde edeceklerdir. Devlet, kendi işini kurmak için ticari hayata atılan ve risk alan genç girişimcilerden 3 yıl süreyle vergi almayarak (kazanca göre kısmen ya da tamamen), vazgeçtiği vergi tutarını genç girişimciye bir maddi destek olarak bırakmaktadır. Bu tür vergi politikaları, gerek sermaye birikiminin arttırılmasına gerekse istihdam sorunlarının aşılmasına katkı sağlarken, ülkede girişimcilik kültürünün de yerleşmesine olanak tanımaktadır.

Genç girişimcilere yönelik istisna, demografik fırsatı neredeyse geride bırakan ve genç nüfusu azalmakta olan ülkemiz için, geç kalınmış bir istisna düzenlemesidir. Ancak eksikliğinin anlaşılması da önemlidir. Hatta uzun süredir yeni yazılacak gelir vergisi kanunu tasarısı içine yerleştirilmeyi beklerken, kanunun yeniden yazımı gecikince, özel bir kanun ile yürürlüğe sokularak, zaten varolan gecikmenin derinleşmesi önlenmiştir.

İstihdamda yaşanan sorunların ulaştığı boyut, genç girişimlere yönelik istisnanın haklı gerekçelerinden birini oluşturmaktadır. Ancak işgücüne katılımda erkeklerden daha şanssız olan kadınlarımızın varlığı, genç kadın istihdamında da başarılı sonuçlar alınamadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Günümüz Türkiye’sinde, mevcut istisna tutarının genç kadın girişimciler için yükseltilmemiş olması, önemli bir eksikliktir. Söz konusu tutarın genç kadın girişimciler için 75.000 TL’nin üstünde tutularak pozitif ayrımcılığın hayata geçirilmesi, ülkemizde kadın girişimciliğinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesine katkı sağlayacaktır.

KAYNAKÇA

DİSK/Genel-İŞ Sendikası (2016); Türkiye’de Genç İstihdamı ve İşsizlik, Emek Araştırma Raporu-8.

OECD (1998); Fostering Entrepreneurship, Paris.

T.C. Kalkınma Bakanlığı (2014); Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), Girişimcilik Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara.

Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK); İstatistik Göstergeler, www.tuik.gov.tr

Yetim, Nalan (2002); “Sosyal Sermaye Olarak Kadın Girişimciler: Mersin Örneği”, Ege Akademik Bakış, Cilt: 2, Sayı: 2, ss. 79-92.

Yılmaz, Binhan Elif (2018); Maliye – Kamu Harcamaları, Kamu Gelirleri, Kamu Borçları, Maliye Politikası, Güncellenmiş ve Genişletilmiş 3. Basım, Der Yayınevi, İstanbul.

Yılmaz, Binhan Elif (2014); Sosyal Güvenlik Ekonomisi, Derin Yayınları, İstanbul.

31.12.1960 Tarihli 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu.

10.02.2016 Tarihli 6663 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun.

05.05.2016 Tarihli 292 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği.

 

[1] Bu makale, Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog Dergisi’nin Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

 

SOSYAL GÜVENLİK EKONOMİSİ

Sosyal güvenlik, dışsal faydalara sahip bir yarı kamusal mal ve hizmet olarak kamunun yükümlülükleri arasında bulunmaktadır. Devletin anayasal görevleri arasında da yer alan sosyal güvenlik, bir kamu ekonomik birimi olan sosyal güvenlik kuruluşları aracılığıyla sunulmaktadır. Sosyal güvenlik sistemimiz, 1990’lı yıllardan bu yana finansman sorunu yaşamaktadır. Sunulan hizmetin ve gelir garantisinin düzeyi kesimleri memnun etmemekte, sistem açıkları için bütçeden transferler gerçekleştirilmekte, bu gelişmeler ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz etkilemektedir. Elinizdeki kitap, sosyal güvenliğin özellikle 1990’lı yılların başında ortaya çıkan ve bugün taşınamaz konuma gelmiş olan finansman problemini ortaya koymayı ve yol açtığı ekonomik ve sosyal sonuçları tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Ayrıca uzun dönemli aktüeryal dengeleri yeniden kurma ve kurumsal etkinliği gerçekleştirme vaadleri ile 2008 yılında hayata geçirilen sosyal güvenlik reformunu, sosyal ve ekonomik problemlere verdiği yanıtlar çerçevesinde, analiz etmeyi hedeflemektedir.

SATIN AL

İÇİNDEKİLER
SOSYAL GÜVENLİK EKONOMİSİ

(Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sisteminin Açıkları, Finansmanı Ve Reformu)


BİRİNCİ BÖLÜM : 
SOSYAL GÜVENLİK, SOSYAL REFAH KAVRAMLARI VE SOSYAL GÜVENLİĞE KAMUSAL MÜDAHALE

  1. SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI VE AMACI
  2. SOSYAL GÜVENLİK, SOSYAL REFAH VE KAMUSAL MÜDAHALE
2.1. Bireysel Refah ve Sosyal Refah Nitelemeleri

2.2. Sosyal Refahın Gerçekleştirilmesinde Etkinlik ve Adalet İlkeleri

2.2.1. Etkinlik İlkesi (Piyasa Aksaklıkları)

2.2.1.1. Dışsal Fayda ve Zararlar

2.2.1.2. Eksik Piyasalar

2.2.1.3. Asimetrik Bilgi (Ters Seçiş ve Ahlaki Tehlike)

2.2.2. Adalet İlkesi

2.2.3. Sosyal Refah Fonksiyonları Açısından Etkinlik ve Adalet Arasındaki Çatışma

2.2.3.1. Faydacı Sosyal Refah Fonksiyonu

2.2.3.2. Rawlsçu Sosyal Refah Fonksiyonu
  1. SOSYAL GÜVENLİĞE KAMUSAL MÜDAHALENİN TARİHSEL GELİŞİMİ
İKİNCİ BÖLÜM : SOSYAL GÜVENLİĞİN FİNANSMANI VE TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİĞİN FİNANSMAN PROBLEMİ
  1. SOSYAL GÜVENLİĞİN FİNANSMAN KAYNAKLARI
1.1. Primler (Parafiskal Gelirler)

1.2. Vergiler

1.3. Diğer Kamu Gelirleri

  1. SOSYAL GÜVENLİĞİN FİNANSMAN YÖNTEMLERİ
2.1. Dağıtım (Pay-As-You-Go) Yöntemi
2.1.1. Primli Sistemler
2.1.2. Primsiz Sistemler
2.2. Fonlama (Kapitalizasyon) Yöntemi
  1. TÜRK SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN FİNANSMAN PROBLEMİ VE EKONOMİK YANSIMALARI
3.1. Sosyal Güvenlik Kurumlarına Bütçeden Yapılan Transferler (1994-2014)

3.2. Sosyal Güvenlik Açıklarının Artış Trendi

3.3. Sosyal Güvenlik Açıklarının Kamu Borç Dinamiğine Yansımaları

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : TÜRK SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN FİNANSMAN PROBLEMİNE YOL AÇAN FAKTÖRLER

  1. DEMOGRAFİK FAKTÖRLER
1.1. Nüfusun Yaşlanması

1.2. Aile Yapısındaki Değişim

  1. POLİTİK FAKTÖRLER (SOSYAL GÜVENLİĞE İLİŞKİN TUTARLI DEVLET POLİTİKASININ OLMAYIŞI)
2.1. Erken Emeklilik ve İkincil Emek Piyasası

2.1.1. Aktif-Pasif Oranının Düşmesi

2.1.2. Bağımlılık Oranının Yükselmesi

2.2. Fonların Verimsiz Kullanımı

  1. EKONOMİK FAKTÖRLER
3.1. Enflasyon

3.2. İstihdama Yönelik Sorunlar

3.2.1. İşsizlik ve Kayıt Dışılık

3.2.2. Kapsam Yetersizliği

3.3. Prim Tahsili Sorunları

3.3.1. Prime Esas Kazanç Sınırlarının Düşüklüğü

3.3.2. Prim Borçları ve Gecikme Cezalarına Uygulanan Aflar

3.4. Tedavi Giderlerindeki Artış

3.5. Sosyal Güvenliğe Devlet Katkısının Azalması

  1. AKTÜERYAL FAKTÖRLER (NİMET-KÜLFET DENGESİNİN KURULAMAMASI)
4.1. Aylığa Hak Kazanma Şartlarının Kolaylaşması

4.2. Prim Karşılığı Olmayan Ödemeler

  1. YÖNETİMSEL FAKTÖRLER
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : SOSYAL GÜVENLİKTE YENİDEN YAPILANMA : SOSYAL GÜVENLİK REFORMU   

REFORM GİRİŞİMLERİ

1.1. RESMİ ÇALIŞMALAR VE PROJELER

1.1.1. Sosyal Taraflar ve Kamu Kuruluşlarının Raporları

1.1.2. Zelenka Raporu
1.1.3. ILO Sosyal Güvenlik Ağı Projesi

1.2. 1999 REFORMU

1.2.1. Parametrik Reformlar

1.2.2. İşsizlik Sigortası

1.2.3. Kurumsal Düzenlemeler

1.2.4. Bireysel Emeklilik Sistemi

1.3. 2003 REFORMU VE HEDEFLER

  1. 2003 REFORMUNUN BİLEŞENLERİ
2.1. GENEL SAĞLIK SİGORTASI

2.1.1. Sağlık Hizmeti ve Finansmanında Reform Öncesi Durum

2.1.2. Genel Sağlık Sigortası’nın Özellikleri

2.1.2.1. Kapsanan Nüfus

2.1.2.2. Sistemin Finansmanı – Katkı Payı

2.1.2.3. Sağlık Hizmetine Erişim – Sevk Zinciri

2.1.3. Genel Sağlık Sigortası’nın Etkileri ve Değerlendirmesi

2.2. EMEKLİLİK SİGORTASI

2.2.1. Emeklilik Sisteminde Reform Öncesi Durum

2.2.2. Emeklilik Sigortası’nın Özellikleri

2.2.3. Emeklilik Sigortası’nın Etkileri ve Değerlendirmesi

2.3. SOSYAL YARDIMLAR VE PRİMSİZ ÖDEMELER

2.4. TEK ÇATI YAKLAŞIMI

2.4.1. Sosyal Güvenlik Sisteminin Reform Öncesi Kurumsal Yapısı

2.4.2. Tek Çatı Yaklaşımı’nın Özellikleri

2.4.3. Tek Çatı Yaklaşımı’nın Etkileri ve Değerlendirmesi

  1. SOSYAL GÜVENLİK REFORMU EKONOMİK SORUNLARI ÇÖZMEDE BAŞARILI OLABİLİR Mİ?

KÜRESEL KRİZİN AVRUPA’DA BORÇ ÇIKMAZI’NA DÖNÜŞÜMÜ

Elinizdeki kitap, bir dünya sistemi olan kapitalizmin özünde yer alan kriz yaratıcı mekanizmanın, kapitalizmin merkezi sayılan ABD’de işlerlik kazanma sürecini, yarattığı etkileri ve küreselleşen kapitalizmin krizinin tüm dünyaya nasıl yayıldığını irdelemektedir. Ayrıca, krizin yayılım alanında bulduğumuz Avrupa’da küresel krizin boyutu, Avrupalı ülkelerin birbiri ardına borç çıkmazına girişi, borçların yarattığı riskler ile sürdürülebilirliğine ilişkin kaygılar ve Avrupa borç krizine çözüm arayışları çerçevesinde alınan önlemlerin tutarlılığı da, yine bu kitapta tartışılmaktadır.

SATIN AL

İÇİNDEKİLER

KÜRESEL KRİZİN AVRUPA’DA BORÇ ÇIKMAZI’NA DÖNÜŞÜMÜ
BÖLÜM I : KAPİTALİZM, KÜRESELLEŞME, BİRİKİM VE KRİZ
  1. KRİZ NEDİR?
1.1. Ekonomik Kriz
1.2. Finansal Kriz
1.3. Para ve Bankacılık Krizleri
1.4. Borç Krizi
  1. KRİZ MODELLERİ
2.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri
2.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri
2.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri
  1. KAPİTALİZMİN SERMAYE BİRİKİM REJİMİ VE KRİZ
  2. KAPİTALİZMİN (FİNANSAL) KÜRESELLEŞMESİ, FİNANSAL BİRİKİM REJİMİ VE KRİZ
BÖLÜM II : KRİZİN NEDENLERİ, SONUÇLARI VE KÜRESELLEŞMESİ
1. NE TÜR BİR KRİZ?
  1. KÜRESEL KRİZE ZEMİN HAZIRLAYAN UNSURLAR
2.1. Kamu Sektörü Kaynaklı Unsurlar
2.1.1. Kurumsal Yönetim ve Düzenleme Kaynaklı Sorunlar
2.1.2. Kolay ya da Gevşek Para Politikası ve Küresel Fon Bolluğu
2.2. Özel Sektör Kaynaklı Unsurlar
2.2.1. Finansal İnovasyon-Finansal Mühendislik ve Menkul Kıymetleştirme
2.2.1.1. Menkul Değer Türleri
2.2.1.1.1. İpotekli Konut Kredileri
2.2.1.1.2. Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükleri (Collateralized Debt Obligations – CDO)
2.2.1.1.3. Finansman Bonoları
2.2.1.2. Kredi Temerrüd Swapları (Credit Default Swap  – CDS)
2.2.2. Saydamlık Eksikliği
2.2.2.1. Gölge Bankacılık Sistemi
2.2.2.1.1. Hedge Fonlar
2.2.2.1.2. Borç ve Kaldıracın Artan Önemi
2.2.2.1.3. Derecelendirme Kuruluşları
2.2.3. Asimetrik Bilgi –Ahlaki Tehlike ve Ters Seçiş- Problemi
  1. KÜRESEL KRİZİN SONUÇLARI VE SÜREGİDEN ETKİLERİ
3.1. Konut Fiyatlarındaki Düşüşler
3.2. Büyüme Oranlarındaki ve Refahtaki Kayıplar
3.3. İşsizlik Oranlarındaki Artışlar
3.4. Enflasyonist Etki
3.5. Daralan Ticaret Hacmi
3.6. Bütçe Açığı ve Borç Dinamikleri
  1. KRİZİN KÜRESELLEŞMESİ
BÖLÜM III : AVRUPA BORÇ KRİZİNİN DOĞUŞU, BOYUTLARI VE YANSIMALARI
  1. AVRUPA BİRLİĞİ VE EURO ALANI’NA GENEL BİR BAKIŞ
1.1. Kurucu An(t)laşmalar
1.2. Birliğe Katılım, Euro’ya Geçiş ve Genişleme Süreci
1.3. Ekonomik ve Parasal Birliğin Gelişimi
1.4. Euro Alanı Denklemi ve Dinamikleri
  1. AVRUPA BORÇ KRİZİNİN DOĞUŞU
  2. AVRUPA BORÇ KRİZİNİN ULAŞTIĞI BOYUT VE YANSIMALARI
3.1. Büyüme
3.2. Kamu Gelirleri
3.3. Kamu Harcamaları
3.4. Bütçe Açığı
3.5. Kamu Borç Stoku
BÖLÜM IV : AVRUPA BORÇ KRİZİNİN NERESİNDEYİZ? 
BORÇLARIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
  1. AVRUPA’DA KAMU BORÇLARININ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE İLİŞKİN BULGULAR
1.1. Reel Büyüme Oranı ve Reel Borç Faiz Oranı İlişkisi
1.2. Borçların Vade Yapısı
1.3. Birincil Açık
  1. AVRUPA’DA KAMU BORÇLARINA İLİŞKİN KIRILGANLIK GÖSTERGELERİ
2.1. Ortalama Maliyet
2.2. Devlet Garantisi
2.3. Geri Ödenme Riski
  1. AVRUPA BORÇ KRİZİNDEN ÇIKIŞ POLİTİKALARI VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
3.1. Krizle Mücadelede Uygulanan Politikalar
3.1.1. Kurtarma Paketleri (Bailed Out)
3.1.2. Kemer Sıkma (Austerity) Politikaları
3.1.3. Merkez Bankası Müdahaleleri
3.1.4. Euro’dan Çıkış (?)
3.2. Krizle Mücadelede Avrupa Birliği’nin Ekonomi Yönetimi
3.2.1. İstikrar ve Büyüme Paktı
3.2.2. Kriz Mekanizmaları
3.2.2.1. Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması ve Fonu
3.2.2.2. Avrupa İstikrar Mekanizması
3.2.3. Yol Haritaları
3.2.3.1. Avrupa 2020 Stratejisi
3.2.3.2. Rekabet Paktı ve Euro Plus Paktı

KAMU BORÇ YÖNETİMİNDE BİLİNMEYENLERDEN BİLİNENLERE..

KAMU BORÇ YÖNETİMİNDE BİLİNMEYENLERDEN BİLİNENLERE..

Borçlanmada alınacak kararlardan en önemlisi, borçlanmanın içeriden mi yoksa dışarıdan mı yapılacağıdır. İç borçlanma, yurtiçinde bir kaynak transferi olarak nitelendirilirken, dış borçlanma ülkeye borç miktarı kadar yeni bir kaynak transferidir. İç borçlanmanın geri ödenmesinde yerli para geçerli iken, dış borçlanmada ise geri ödeme yabancı para birimi ile gerçekleştirilir.

Borçlanmada alınacak bir diğer önemli karar da, borcun döviz cinsinden mi yoksa yerli para cinsinden mi yapılacağıdır. Ülkeye döviz girişinin dış ticaret dengesi üzerindeki olumlu etkilerinin yanında, geri ödenmesinde döviz gelirlerine olan ihtiyacın şiddeti artar. Borç stoku içerisinde yabancı para cinsinden borcun payının yükselmesi, ani ve hızlı döviz kuru artışı karşısında borcun maliyetini yükseltir. Söz konusu riske karşı yerli para biriminden yurt içi borçlanma, yabancı para biriminden dış borçlanmanın sağladığı uzun vadeli borçlanma olanağını sunmayabilir ve kısa vade nedeniyle bir borç yenileme riski oluşabilir.

Görüldüğü üzere kamu borç stokunun kaynak, döviz, faiz ve vade yapısı, borç yönetiminde büyük öneme sahiptir. Bir ülkenin artan kamu borç stoku düzeyinde yerli para birimi ile dış piyasalardan borçlanamaması sonucu finansal sistemlerinin kırılgan hale gelmeye başlaması ve iç piyasada yerli para biriminden uzun vadeli borçlanma yetisini kaybetmesi, “Original Sin – Orijinal Günah” kavramı olarak ifade edilir. Bu kavram, 1999 yılında Eichengreen ve Hausman’ın öncü çalışmaları ile literatüre kazandırılmış, Eichegreen, Panizza ve Hausman (2003, 2005)’ın katkılarıyla orijinal günah literatürü genişlemiştir.

Orijinal günah, yurt içi ve yurt dışı orijinal günah olarak ikiye ayrılır. Yurt içi orijinal günah, bir ülkenin yurt içi piyasalarda yerli para biriminden sabit faizle ve uzun vadeli borçlanamaması.Yurt dışı orijinal günah ise yerli para birimi ile yurt dışı piyasalardan borçlanamamasıdır.

Türkiye’de yurt içi orijinal günah sorunu, borcun kompozisyonunu değiştirmeye yönelik adımların atılmasına yol açmıştır. Kamu borç yönetiminde Hazine Müsteşarlığı’nca 2004 yılından bu yana uygulanan “Stratejik Ölçüt”lere göre nakit iç borçlanmanın daha çok sabit faizli ve TL cinsinden gerçekleştirilmesi, dövize endeksli iç borçlanma yapılmaması ve döviz cinsinden iç borçlanmanın sınırlandırılması amaçlanmaktadır.Günümüze dek döviz cinsinden senetlerin ve dövize endeksli senetlerin payı minimuma indirilmiş, borçlanma stratejisine uygun olarak TL cinsi senetlere ağırlık verilmiştir.

Ancak her dönemde kamu borç yönetimine kılavuzluk eden Stratejik Ölçüt’lere bağlı ve istenen borçlanma stratejisi izlenemez. Ülkedeki ekonomik konjonktür, yatırımcıların geleceğe yönelik risk algılaması ve bu çerçevede kamu sektörüne borç verme konusundaki isteksizlikleri kamu borç yönetiminin etkin bir şekilde yürütülmesinin önündeki engellerdir. Böyle bir ortamda alınan kararlar, ülkenin kurumsal yapısı, kredibilitesi, döviz kuru rejimi, finansal piyasaların derinliği, uluslararası konjonktür ve makroekonomik değişkenlere bağlı olarak alınır. Tüm bu faktörlerin belirleyiciliğinde farklı fayda ve zararlar yaratır.